BÜKRA’DAN ŞEMS’E YÜREK YELPAZESİ: “MEKTUPLAR” Bir rüzgâr esti Doğu’dan Batı’ya… Bir rüzgâr esti çölden yeşil vadiye… Bir rüzgâr ki binlerce yıl kimseler eremedi sırrına. Kimine göre “karalardan denize” esiyordu rüzgâr; kimine göre “çölden üç tarafı denizlerle kaplı karaya”… O esişle bir ses yankılandı ansızın: Gaipten gelen bir ses… Gaiptendi, gaiptendi… Ya da Altaylar’dan denizlere… Yok, yok bu ses: Altaylar’dan yürek kayıklarına vuran ses… O Davudî ses, geldi yetişti bir gün!.. Herkes emindi artık; ses yüreğe erişmişti. Bir rüzgâr esti, o tılsımlı sesle… Ve sesin ardına takılmış envâi çeşit renkle bezenmiş “yelpaze”si ile… Kimseler çözemedi; belki de, rüzgârı da sesi de, aşkı da insanoğluna taşıyan o rengârenk yelpazeydi… Yelpaze geldi ve takıldı; üç tarafı denizlerle kaplı bereketli bir karaya. O kara ki; adı ANADOLU… Ne büyük rüzgârdı o! Ses anlattı bize, hakikati. Yelpaze taşıdı bize; renklerle birlikte Ay’ı, Güneş’i, Deniz’i, Mektup’u, Gül’ü, Gönül’ü… Hakikatti anlatılan; hakikatti, ezelden ebede taşınan. Hakikatti ama; kimine düş, kimine gerçek kayığı ile taşınmıştı. Kimine ayan beyan ortada idi; kimine yüzyıllardır çölde ve vahada aranan sır… Hakikat rüzgârı, insanoğlu için evvela Bükra’yı taşıdı Anadolu’ya. Yetmedi; aşkı taşıdı, yüreği taşıdı, gülü taşıdı. Yetmedi; Mevlânâ’yı taşıdı. Yetmedi; Şems’i taşıdı. Yetmedi; Mektup taşıdı: “İki Deniz” arasında… Yetmedi, hasret taşıdı, yazı taşıdı, renk taşıdı… Bükra! Denizlerden kopup gelen Bükra! Bir sır bıraktı; bu, yürek dolu, bereket dolu, renk ve hikmet dolu topraklara. Uzak diyarlarda yaşadığı denizlerden getirdiği sırrı sakladı Anadolu’nun bağrına… Bükra’yı hayal meyal gördü, görebilenler; Bükra’nın sırrına erebilenler… Yürekler, bu topraklarda o sırrı bulmak için yandı… Kimine göre uykuyu severdi, sessizdi, sinsiydi, Bükra… Ama yemyeşildi, yürekliydi, bereketliydi... Asildi… Kimine göreyse onlarca ejderhayı deviren kahramandı o. Güçlüydü, cesaretliydi… Ejdarhanın karnındaki “ateş”i almıştı da, taa Anadolu’ya getirmişti. Kuyruğunda saklamıştı ateşin sırrını ya da sır dolu ateşi… “Yelpaze” sûretindeki o sır binlerce yıldır Anadolu’da gizli… O giz, Anadolu’yu benzersiz ve paha biçilmez hazine kıldı, sonsuza dek… Bu ateşti, bu sırdı Anadolu’yu yakan. Yakan, hikmetli kılan, renge gark eden… Muazzam bir hazine ve şifa kaynağı yapan da, yemyeşil Bükra’nın ateşinin sırrı idi. Anadolu’da yanan her yüreğin en az bir rengi, Bükra’nın yelpazesindeki renklerdendi… Bunu her yürekli, yürekten duydu… Bu şifaya, bu ateşe, bu renge koştu asırlardır; yürek kayığı ile denizde, karada, çölde, gönülde, aşkta, sırda yüzmeyi bilenler. Bu ateş getirdi, Mevlânâ’yı Anadolu’ya. Bu ateş “Gönlün İki Büyük Denizi”, “İki Büyük Şifası”nı birleştirdi Anadolu’da… Mevlana’ya da, Şems’e de bu ateş; hasretin de, yanmanın da; buluşmanın, susmanın, dinlemenin, gönülden dillenmenin sırrını da vermedi mi? Bu ateş, bizleri derde salmadı mı? Anadolu’yu hikmetli kılan; Şems’i ve Mevlânâ’yı yakan; Anadolu’da hiç sönmeyen yangına dönen “Aşk Ateşi”, o “İlahi Aşk” değil mi? “Mektup”larla taşınmadı mı “Saklı Bir İnci Kur’an’ın Muazzam Sırrı”? Gaipten gelen o ses yankılanmadı mı; erenlerin dilinde ete kemiğe bürünüp de, “yazıya dizilip”, “renk yelpazesinde salınıp”, arzda ve semada ezelden ebede: “Kur’an, şifa kaynağı panzehir ve her derde deva Kitap”…Bir ses geldi Altay’dan, bir ses geldi denizlerden…Ve yüreklerde yankılanan bir “mektup” açıldı renk renk, harf harf, hece hece, alev alev; “okunmak”, “yürekten duyulmak” için: “Kâinattaki olanlar Allah’ın “Ol” demesine bağlıdır.” Bükra’yı koşturan da, susturan da; “Yelpaze”yi Anadolu’ya saklayan da; Mevlânâ’yı yandıran, Şems’e “mektup” yazdıran da; “PARSIL”ı çöllerde, renklerde, mektuplarda, harflerde dolaştıran da; Bükra’yı, Şems’i, denizleri, karaları, mektupları, sırrı, “AŞK”ı, Anadolu’nun renklerini “Muazzam Sanat” kâinatta, aynı “an”da buluşturan da O!.. O, Yüce Rabbim, değil mi?.. Bir rüzgâr esti gönüllere, “mektup mektup” resmedilmiş. Açın, okuyun her mektubu… Okuyun!.. Ve şahit olun gözlerinizle… Bükra’nın, Şems’in, Mevlânâ’nın, Aşk’ın, denizlerin, mektubun, Anadolu’nun bitip tükenmez sırlarına… Anadolu’da okunacak, her biri birbirinden can alıcı renklerde o kadar çok “mektup” var ki, sırrın ve hikmetin içine sarılmış. Şems’le Mevlânâ’nın aşkından, Bükra’nın cesaretinden ilham alıp da; harf harf, hece hece, renk renk, tuval tuval okuyun mektupları. Okuyun; o sesi, o rengi, o rüzgârı duyup da, YÜREK ATEŞ’ini bulun!.. Doğu’dan Batı’ya esen her hikmetli rüzgârda bilin ki; Bükra her yıl gelip de yüreğinizden kopan okumaları dinliyor, dinleyecek. Şems size, yüreğinize sesleniyor, seslenecek; sizin yürek mektuplarınızı cesaretle yazmanızı diliyor, dileyecek. Mevlânâ, yüreğinizle beraber sizi çağırıyor ve hep çağıracak… Bükra, Şems, Mevlana, Mektup, Yazı, Anadolu… Her biri birer renk; her biri birer yazı, her biri birer deniz, birer yürek… Her biri birer sır… Renkler, Anadolu’yu anlatıyor. Sırra sahip çıktığınızı görürlerse, her biri huzurla denizlerine çekilecek… “Renklerimiz”, yürek atışınızı duyarlarsa size ve Anadolu’ya hep gülecekler… Bize “Gönül Yelpazesi”nden hikmetli mektup olan tabloları sunan; yüreğimize “Ümid”i, “Aşk”ı, “Harf”i, “Renk”i, “Şems”i, “Anadolu”yu, “Sırr”ı nakşeden yürekli sanatçı Ümit PARSIL’a selam olsun… Bir rüzgâr esti, adı “MEKTUPLAR” olan… Ve sesi, rengi yüreklere dolan… Sırrı arayabilen, rengi görebilen, ”Yazı”yı okuyabilen, ateşi hiç sönmeyen yüreklilerden “ol”mamız dileğimle… Mektubu Yazdırana ve Buldurana hamdolsun… Ranâ İSLÂM DEĞİRMENCİ EĞİTİMCİ/ ŞAİR-YAZAR Türkiye Gençlik Teşkilatı Y.İ.K. Başk. Yard. Türk Dünyası Sanat ve Edebiyat Platformu Genel Sekreteri ANKARA |