İBRAHİM TOPBAŞ
ondokuzlar@gmail.com
DERS
17/01/2018

1965 Yılının şubat ayıydı. O yıl korkunç bir kış vardı. Eskiden daha ekonomik oluyor diye ekmek evlerde yapılırdı.
O gün kahvede otururken, yan masada konuşulanları duyunca yüreğim yandı. 
Komşunun evde unu bittiği için çocukları aç olduğunu konuşuyorlardı.
Bizde de yeterince un vardı, çok şükür kilere kışın yetecek kadar un koymuştum.
Eve gelince durumu hanıma anlattım. Yardım etmek gerektiğini söyledim. Anlattım ama umudum yoktu. Eşimi iyi tanıyordum, cimriliği tuttu mu Nuh der, peygamber demezdi. 
“hayır olmaz! diye kestirip attı. Sonra ilave etti;
” Benim de beş çocuğum var, ne malum ki, gelecek yıl buğday alabileceğim. Kusura bakma vermiyorum!” 
Ne yapayım, ne edeyim diye karar kara düşünmeye başladım. Param olsaydı para vereceğim:”Git un al!” diyeceğim, ama yok!
Ertesi gün çocukları aç olan komşunun kapısını çaldım. Benimle kahveye gelmesini rica ettim. Beni kırmadı, birlikte mahalle kahvesine gittik. Kimsenin olmadığı bir masaya oturduk. İki çay söyledim ama söze nasıl başlayacağımı bir türlü bulamadım.
En iyisi direk söylemekti diye düşündüm;
“Durumun nasıl?” diye sordum.
“Çok şükür komşu, şikâyetimiz yok!” diye cevap verdi.
Bana çocuklarının aç olduğunu, evde dirhem un kalmadığını söyleyemedi. Onu iyi tanıyordum 20 yıllık komşuydu. Kolay kolay yoksulluğunu belli etmezdi. Gururlu bir adamdı:
Artık sabrım taştı, hiç o tarafa bu tarafa çekmeden;
“Hiç saklama, zor durumda olduğunu biliyorum.” Dedim. Yüzüme baktı, hiçbir şey demedi ama bakışları her şeyi anlatıyordu.
“Allah kerimdir! Bir iş arıyorum!” dedi, boğazı tıkandı, Önüne baktı.
“Bundan utanacak ne var? Borç alırsın, iş bulunca ödersin.” Dedim. Maksadım, gururunu kırmadan ona yardımı kabul ettirtmekti.
“Bize kim borç verir komşu? Akmayan çeşmenin önünde kimse geçmez!” dedi.
“Ben vermek istiyorum!” deyince dikkatlice yüzüme baktı, kafasını sağa sola salladı;
“Yakın zamanda ödeyemem mahcup olurum!” dedi.
“Ben kısa zaman için vermiyorum zaten… Üstelik un verip un alacağım, para değil!...” deyince tekrar yüzüme baktı;
“Yazın verebilirim. Kabul edersen alırım!” dedi.
“ Tamam!” demesine dedim ama ona eşimin çuval ununu vermediğini söyleyemedim. Bir bahane uydurmam lazımdı, onu da buldum:
“ Bu gece evin kapısını açık bırakacağım. Gece yarısı içeri gir kilerin kapısı da açık olacak. Bir çuval un al git, sonra ödersin!”dedim.
Gündüzler çuvala mı girdi, dercesine gözlerime baktı. 
“Senin bizden un aldığını kimse görmesin!” deyince, aklına yattı. 
Ben de derin bir nefes aldım.
“Tamam!” dedi, çayımızı içtik, ayrıldık. 
Akşam olunca bildiğim bütün duaları okudum; eşimin erken uyumasını istedim. Fare yakalamak için pusuya yatmış kedi gibi eşimin gözlerinin kapanmasını bekledim.
Geç saatlerde nihayet eşim yatmaya gitti. Emin olmak için biraz bekledim. Onunla da yetinmedim gidip eşimin uykuya dalıp dalmadığını kontrol ettim. 
Tamam. Uykuya dalmıştı.
kapının tokmağını vurmasın eşimi uyandırmasın diye sokağa bakan iki kanatlı kapıyı açtım, geri geldim. Gaz lambasını söndürdüm, kanepede uzandım.
Uzandım ama kulağım kapıda. Bir çıtırtı mutlak gelir diye düşündüm. 
Fazla geçmeden kapı hafiften gıcırdadı. 
“Tamam!” dedim. “Adam geldi.” 
Kalktım hemen kapıya gittim, komşu beni bekliyordu.
Birlikte bahçe deki kilere geçtik.
“Ses çıkarmamaya dikkat et!” deyince komşu sinirlendi;”Yahu hırsızlık etmiyoruz ya, borcuna bir çuval un alıyoruz!” diye sitem etti. 
“Olsun! Kimse görmesin!” dedim. 
Kilere girdik gaz lambasını yaktım. Un çuvallarından birini gösterdim;”Şunu sırtına al!” dedim. 
Komşu çuvalı düzeltti, yüzüme baktı, beklemeye başladı. Ben neden çuvalı sırtına almıyor diye kızmak üzereyken;”Sana zahmet yardım et de sırtıma alayım!” dedi. 
Lambayı bir yere bıraktım, un çuvalını adamın sırtına yükledim, birlikte kilerden çıktık. Bahçeden alt kattaki çıkış kapısına geldik. Ben kapıyı açmak için adamın önüne geçtim. Kapıyı açtım, geri döndüm. Tam;”Bu iş tamam!”, diyecektim ki; üst katta inen tahta merdivenin son basamağında eşim gibi jandarma gibi bize baktığını gördüm.
Geldi, kapıdan çıkmak üzere olan komşuya;”Dur!” diye seslendi. 
Aman Allahım, ruhum uçtu sandım. Hanımdan korkmaktan değil, unu götüren adam, eşimden gizli verdiğimi anlarsa, gururu kırılır, bir daha benimle konuşmaz, diye korkuyordum.
Yoksa eşim sonra bana ne derse desin, ben alışkındım.
Adam sırtında ki unla dışarı çıkmadan durdu. Ben ne kadar dua varsa bir çırpıda okudum.
Eşim geldi, adama baktı. 
Ne yaptı biliyor musunuz? 
” Yetmezse gel bir daha al İsmail Efendi!” demez mi. 
Adam teşekkür ederek gitti. Ama ben meydan heykeli gibi anlamsız ve şuursuz bir halde hala hanıma bakıyordum.
Adam gittikten sonra eşim kapıyı örttü, gülümseyerek bana baktı;
” Sana bunu yaptırdığım için özür dilerim. Bundan sonra senin yüreğinden geçen benim de yüreğimden geçtiğini farzet ve ona göre davran!” dedi. 
İkimizin de yanaklarımıza sızan gözyaşları silerek yukarı çıktık.
O gece; görücü usulü evlendiğim, otuz yıllık eşimi ilk defa kalpten sevdim, sonraki hayatımızda bir dediğini iki etmedim.
Bugün bayram eşimi ve eşimi kaybedeli beş yıl oldu.
Yardım ettiğimiz komşuyla birlikte her bayram olduğu gibi eşimin mezarından geliyoruz. 
Ruhu şadolsun!
Hikâye; Bilal Civelek

Aslında her insan kendi konumunda bir eğitimcidir. Böylesine ders veren hikayeleri paylaşmak gönüllü eğitimciliktir. Lütfen paylaşalım!



478 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

SİZCE - 19/11/2023
BİR DÜŞÜNÜN
DEVE KUŞU - 04/09/2023
BU KADAR
GÜVENSİZLİK - 28/12/2022
TÜRK/MÜSLÜMAN
DEDE VE TORUN - 02/01/2022
KALMAK
TÜKENİYORUZ - 16/12/2021
YAZIK
DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY,DEĞİŞİMİN KENDİSİDİR - 06/10/2021
SABIR VE ÇABA
DEĞERLERİMİZ - 12/09/2021
HER ŞEY ZAMANINDA DEĞERLİDİR
AĞAÇ - 12/09/2021
İNSAN
DUYGUSUZ NESİL - 29/07/2021
GENÇLİK
 Devamı